Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı romanı, bireyin toplumla olan çatışmasını ve modern insanın varoluşsal yalnızlığını derinlemesine işleyen özgün bir eser olarak edebiyat tarihimizde seçkin bir yer edinmiştir. Roman, Selim Işık’ın intiharı sonrasında onun hayatını ve iç dünyasını çözümlemeye çalışan Turgut Özben’in yolculuğu üzerinden, tutunamayan bir neslin portresini çizer. Atay, ironik anlatımı, iç monologlara dayalı üslubu ve bilinç akışı tekniğiyle hem bireysel hem toplumsal yabancılaşmayı çok katmanlı bir biçimde ortaya koyar. Tutunamayanlar, klasik roman yapısını bilinçli bir şekilde kırarak, okuyucusunu metnin hem içinde hem de dışında düşünmeye zorlar. Selim’in ve diğer karakterlerin iç dünyaları aracılığıyla Atay, yalnızca bireysel acıyı değil, aynı zamanda sistemin dayattığı kalıplara uymayı reddedenlerin trajedisini de görünür kılmaktadır. Romanın dili, yer yer mizahi, yer yer melankoliktir; bu da metne hem süreğenlik hem de derinlik kazandırır. Tutunamayanlar, yalnızca edebî bir çalışma değil, aynı zamanda varoluş sancısının kelimelerle ifadesi olarak da yorumlanabilir. Türk Edebiyatı’nda roman alanında yepyeni bir bakış açısını oluşturan Tutunamayanlar ‘ben bunu bitirebilirim’ diyen okurlar için ilgi çekici bir eser.
Roberto Bolaño’nun 2666 adlı romanı, çağdaş edebiyatın en sarsıcı ve çok katmanlı yapıtlarından biri olarak öne çıkmaktadır. Beş ayrı bölümden oluşan bu dev anlatı, farklı coğrafyalarda ve zamanlarda geçen hikâyeler aracılığıyla kötülüğün doğasını, şiddetin sürekliliğini ve insanın anlam arayışını derinlemesine sorguluyor. İlk bakışta birbirinden kopuk gibi görünen bu bölümler, özellikle Meksika’nın Santa Teresa şehrinde işlenen kadın cinayetleri etrafında yavaş yavaş örülen büyük bir yapbozun parçaları gibi birleşiyor. Bolano, postmodern roman tekniğini kullanarak hem polisiyeye, hem akademik kurguya, hem de varoluşçu roman türüne yaklaşıyor; hikâyeyi ortaya koyan seslerin çeşitliliği ve üslubun ustaca geçişleriyle anlatı sürekli diri tutuluyor. 2666, yalnızca hikâyeler anlatmakla yetinmiyor; anlatının sınırlarını, bilginin doğasını ve tanıklığın ahlaki yükünü de masaya yatırıyor. Bolano’nun dili hem sade hem tehditkâr; gündelik ile dehşeti yan yana getirerek, okuru rahatsız edici bir hakikatle baş başa bırakıyor. 2666, edebiyatın karanlıkta yol alma kudretine dair bir kanıt olarak önümüzde; aynı anda hem bir çağın ruhunu hem de insanlık durumunu kavrayan epik bir metin.